İNSANLIK TARİHİNİN ŞAŞIRTICI ESERLERİ: MEGALİTLER
Megalit, büyük taş bloklardan oluşan yapıtlara verilen isimdir. Bu yapıtlar
farklı amaçlarla inşa edilmiştir. İnsanlık tarihine bakıldığında, geçmişten
günümüze pek çok megalitin kaldığı görülmektedir. Bu yapıtların en şaşırtıcı
yönlerinden biri, bazıları bin tondan daha ağır olan taş blokların, söz konusu
yapıların inşasında nasıl kullanıldıklarıdır. Bu dev taşlar ne şekilde inşaat
alanına getirilmiş, hangi teknikler kullanılarak kaldırılmışlardır. O dönemin
insanları bunları nasıl üst üste koyarak bu yapıtları inşa etmişlerdir?
Genellikle taşların uzak bölgelerden taşınmasıyla inşa edilen bu megalitler,
birer inşaat ve mühendislik harikası olarak değerlendirilmektedir. Bu tip
eserleri meydana getiren insanların ise, oldukça ileri bir teknolojiye sahip
olmaları gerektiği açıktır.
Bu yapıtların meydana getirilmesi için öncelikle planlanmaları gerekir, bu
planın inşaatın yapımında çalışacak tüm insanlara doğru ve eksiksiz olarak
bildirilmesi şarttır. Plan yapılırken, yapıtın nereye nasıl inşa edileceğini
gösteren teknik çizimler yapılmalıdır. Üstelik bu teknik çizimlerdeki
hesaplamaların hatasız olması gerekir, çünkü en küçük bir hesaplama hatası yapıtın
inşasını imkansız hale getirebilir. Tüm bunların yanı sıra, inşaatın gerçekleşebilmesi
için organizasyonun da kusursuz olması gerekir. Çalışanların koordinasyonunun
sağlanması, ihtiyaçlarının (yemek, dinlenme vs) karşılanması, inşaatın
istenildiği gibi ilerlemesi ve neticelenmesi için önemli hususlardır.
Bu yapıtları inşa eden insanların, tahmin edilenin ötesinde bir bilgi
birikimine ve teknolojiye sahip oldukları açıkça görülmektedir. Kitabın önceki
sayfalarında da değindiğimiz gibi, medeniyet her zaman ileri gitmemekte, kimi
zaman da gerilemektedir. Hatta, çoğu zaman da ileri ve geri medeniyetler aynı
tarih döneminde dünyanın farklı köşelerinde birarada yaşayabilmektedirler.
Söz konusu megalitleri inşa eden insanların da ileri bir medeniyeti yaşamış
olmaları -arkeolojik ve tarihsel kanıtların gösterdiği gibi- oldukça yüksek bir
ihtimaldir. Çünkü ortaya koydukları eserler, kapsamlı matematik ve geometri
bilgisine sahip olduklarını, engebeli arazilerde, sabit noktaları ölçüp üzerine
yapıt inşa edebilecek teknik bilgiyi bildiklerini, coğrafi konumları
belirleyebilecek malzemeler (pusula gibi) kullandıklarını, gerektiğinde
kilometrelerce uzaklıktan inşaatları için gerekli malzemeleri
nakledebildiklerini göstermektedir. Tüm bunları birtakım ilkel malzemeler ve
sadece insan gücü kullanarak başarmadıkları açıktır. Nitekim, günümüz araştırmacıları
ve arkeologları tarafından yapılan pek çok deney, evrim teorisinin öne sürdüğü
koşullarla, bu yapıtların inşa edilmiş olmasının imkansız olduğunu gözler önüne
sermiştir. Evrimcilerin öne sürdüğü hayali koşulları günümüz şartlarında oluşturarak,
benzer yapıtlar inşa etmeye çalışan araştırmacılar, büyük bir başarısızlıkla
karşı karşıya kalmışlardır. Söz konusu araştırmacılar, değil benzer bir yapıyı
inşa etmek, bu yapıtların temel malzemeleri olan taşları bir yerden diğerine taşımakta
dahi büyük zorluklarla karşılaşmışlardır. Bu da bir kez daha göstermektedir ki,
dönemin insanları evrimcilerin öne sürdükleri gibi geri bir hayat yaşamıyorlardı.
Sanattan zevk alıyor, mimariyi iyi biliyor, inşaat teknolojisini ustaca kullanıyor,
astronomik incelemelerde bulunuyorlardı.
Geçmiş medeniyetlerden geriye, çoğu zaman taş blokların, kütlesel taş yapıların
ya da yüz binlerce yıl öncesinden sadece birtakım taş aletlerin kalmış olması
ise son derece olağan bir durumdur. Birtakım taş yapıtlara ve eserlere bakarak
dönemin insanlarının sadece taşı kullanıp işleyebilen, teknolojiden uzak geri
medeniyetler olduğunu öne sürmek ise makul değildir. Bunlar, çeşitli dogmaların
etkisiyle yapılan yorumlar olmanın ötesinde bilimsel bir anlam taşımamaktadır.
Daha önce de vurguladığımız ve pek çok
önde gelen evrimci tarafından da kabul edildiği gibi, elde edilen kalıntılar
toplumsal yaşam hakkında bizlere kesin bilgiler veremez. Ancak bu bulgular ön
yargıların olumsuz etkisinden kurtularak değerlendirilirse, gerçeğe daha yakın
yorumlar yapılabilir. Yüz binlerce yıl öncesine ait bir toplumdan geriye; bu
toplum görkemli ahşap köşklerde yaşıyor, camdan zemini olan estetik villalar inşa
ediyor, en estetik iç dekorasyon malzemeleri kullanıyor olsa dahi, bunların yüz
binlerce yıl boyunca maruz kalacağı rüzgarlar, yağmurlar, depremler, sellerle aşınmaları
neticesinde net deliller kalmayacağı açıktır. Ahşabın, camın, bakırın, tuncun
ve diğer çeşitli metallerin doğal koşullarda aşınması en fazla ortalama 100-200
yıl sürmektedir. Yani, aradan geçen 150-200 yıl sonra evinizin beton veya ahşap
duvarları aşınıp gidecek, içindeki malzemelerden ise geriye çok az iz kalacaktır.
Depreme, sele veya fırtınaya maruz kalınması durumunda geriye kalan izler iyice
yok olacaktır. Geriye ancak aşınması çok daha uzun zaman alan blok taş parçalar
kalacaktır. Zira, küçük parçalara ayrılan taş malzemeler de ufalanıp
gidecektir. Dolayısıyla salt bu taş bloklara dayanarak o dönemde yaşamış
toplumların gündelik hayatları, sosyal ilişkileri, inançları, zevkleri, sanat
anlayışları hakkında yapılacak yorumların kesinlik taşıması mümkün değildir.
Ne var ki evrimciler mümkün olmayanı yapmaya çalışmakta, birtakım
buluntuları hayali yorumlarla süsleyip, çeşitli senaryolar üretmektedirler.
Gerçekleri saptırarak hikayeler üretmek, aslında bazı evrimciler tarafından da
bizzat eleştirilen bir durumdur. Hatta bu yaklaşımın bir de ismi vardır: "İşte
öylesine hikayeler." Bu isim, evrimci paleontolog Stephen Jay
Gould'un, İngiliz öykü yazarı ve şair Rudyard Kipling (1865-1936) tarafından
1902 yılında yayınlanan aynı isimli kitaba atfen yaptığı eleştiriden
gelmektedir. Kipling, çocuklara yönelik hikayelerini derlediği bu kitabında;
canlıların çeşitli organlarını nasıl kazanmış olabileceğine dair hayal gücüne
dayalı gelişimsel masallar anlatmıştı. Örneğin Kipling, filin hortumunu anlattığı
hikayesinde şunları yazıyordu:
Günün birinde bir yavru fil
annesinin gerektiği kadar yakınında durmuyordu. Nehrin parlak sularını gördü ve
meraklı bir şekilde kıyıya yanaştı incelemeye koyuldu. Suyun yüzeyinde çıkıntı
yapan bir tümsek vardı ve bunun ne olduğunu merak eden fil yavrusu daha
yakından bakmak için suya doğru eğildi. Birdenbire o tümsek yukarı fırladı ve
küçük filin burnunu yakaladı. [Bu, bir timsahtı]… Sonra filin yavrusu
kalçasının üzerine oturdu ve kendisini geri itmeye başladı, itti, itti ve burnu
giderek uzamaya başladı. Ve timsah çırpınarak kıyıya doğru çekildi ve kuyruğunun
darbeleriyle suyu krema gibi beyaz yaptı; timsah da [filin burnunu] çekti,
çekti ve çekmeye devam etti.40
Gould da bazı evrimci bilim adamlarını, literatürü yukarıdaki bu hikayeyle
büyük paralellikler gösteren ve hiçbir şeyin kanıtı olmayan "işte öylesine
hikayeler"le doldurmakla eleştirmiştir. Aynı durum evrim teorisiyle
toplumların gelişimini açıklamaya çalışanlar için de geçerlidir. Kipling'in
hikayeleri gibi, evrimci sosyal bilimcilerin işte-öylesine hikayeleri de sadece
hayal gücüne dayanır. Ve aslında, önceleri sadece birtakım hırıltılar çıkararak
kaba taş aletler kullanabilen, mağaralarda yaşayan, avcılık ve toplayıcılıkla
geçinen, sonra geliştikçe tarımla uğraşmaya başlayan, daha sonra diğer
madenleri kullanmaya başlayan ve gittikçe zihinsel gelişim göstererek
topluluklar şeklinde yaşayıp sosyal ilişkiler kuran sözde insanlık tarihi de
suyun kenarında hortumu uzayan filin masalından farklı değildir.
Bu bilim dışı anlayışı Gould şöyle ifade eder:
Bilim adamları bu masalların
hikaye olduğunu bilirler; maalesef, bunlar profesyonel literatürde fazlasıyla
ciddi ve gerçekçi gibi alınırlar. Daha sonra bunlar [bilimsel] 'gerçekler'
haline dönüşür, popüler literatüre girerler.41
Gould ayrıca, bu hikayelerin evrim teorisi açısından hiçbir şeyin kanıtı
olmadığını şu sözleriyle belirtmiştir:
Evrimsel doğa tarihinin 'işte-öylesine
hikayeler' geleneğindeki bu masallar, hiçbir şeyin kanıtı değildirler. Ancak
bunların oluşturduğu ağırlık ve benzer birçok durum benim kademeli gelişim
fikrine (gradualism) olan inancımı uzun bir süre önce öldürdü. Daha yaratıcı
zihinler bunları hala idare edebilir, ancak sadece becerikli spekülasyonla
kurtarılmış kavramlar bana fazla bir şey ifade etmiyor.42
Newgrange
MÖ 3200 yıllarında inşa edildiği kabul edilen Newgrange, Dublin yakınlarında
bir anıt mezardır. Henüz Mısır medeniyetinin ortada olmadığı, Babil veya Girit
medeniyetinin doğmadığı dönemde Newgrange vardı. Bu dönemde, dünyanın ünlü taş
yapıtlarından biri olan Stonehenge dahi henüz inşa edilmemişti. Yapılan araştırmalar,
Newgrange'in sadece bir mezar olmadığını göstermekte, bu anıtı inşa eden kişilerin
kapsamlı bir astronomi bilgisine sahip olduklarını da ortaya koymaktadır.
Newgrange'in astronomik özelliklerine geçmeden önce inşaat özelliklerine değinmekte
yarar vardır. Çünkü Newgrange'i inşa edenlerin, üzerinde önemle durulması
gereken bir mühendislik teknikleri ve mimari bilgileri vardır.
Newgrange, pek çok arkeolog tarafından teknik bir mucize olarak adlandırılmaktadır.
Örneğin, yapının üzerindeki kubbe, başlı başına bir mühendislik harikasıdır. Alt
tarafları ağır, üst tarafları hafif olan yekpare taşlar öylesine üst üste
konulmuştur ki, her üste konan taş alttakinden biraz daha dışarı çıkık
vaziyettedir. Bu şekilde, yapının üstünde orta kısımda 6 metre yüksekliğinde
altıgen bir baca ortaya çıkmıştır. Bacanın sonunda istenildiğinde açılıp
kapanan bir kapak taşı vardır.
Bu dev yapının, mühendislikten çok iyi anlayan, iyi hesap
yapabilen, doğru planlama yeteneğine sahip, yük taşımacılığı yapan ve pratik inşaat
bilgilerini iyi kullanan insanlar tarafından inşa edildiği açıkça
görülmektedir. Evrimcilerin iddialarıyla böyle bir yapının nasıl inşa edildiği
açıklanamaz. Çünkü evrimcilerin gerçek dışı yorumlarına göre bu dönemin
insanları geri ve ilkel koşullara sahiptir. Ancak böylesine dev bir yapıtın ilkel
koşullarla, mühendislik ve inşaat bilgisi olmayan insanlar tarafından inşa
edilmiş olması imkansızdır.
Yapının astronomik özellikleri de hayret vericidir. Bu dev anıt öyle bir şekilde
inşa edilmiştir ki, Güneş'in dönüm günlerinde yapının içinde çok etkileyici bir
ışık oyunu meydana gelmektedir. Kış güneşinin dönüm gününde, yani yılın en kısa
gününün gün doğumundan kısa bir süre sonra, güneş ışığı doğrudan Newgrange'in
mezar odasına düşmektedir. Bundan sonra çeşitli koridor kapılarına ve dev taşlara
yansıyarak ilerlemekte ve en son olarak arka duvara kadar ulaşmaktadır. Ve bu
esnada mükemmel bir ışık oyunu meydana getirmektedir. Dikkat çekici bir husus, ışığın
yapının içine koridordan değil, koridor kapısının çatısının üzerinde özel
olarak yapılmış dar delikten girmesidir. Ve yerleştirilen tüm blok taşlar da ışığın
değip yansıyabileceği açıdadır. Zaten, ışık oyununu görkemli kılan unsurlardan
biri de budur.
Dolayısıyla bu dev yapıyı inşa edenlerin, mühendislik bilgilerinin yanı sıra,
gün dönümlerini ve Güneş'in hareketini hesaplayacak astronomi bilgisine de
sahip oldukları ortaya çıkmaktadır.
Newgrange, Britanya'da eski dönemlerden geriye kalan pek çok taş yapıdan
sadece birisidir. Bu yapıya bakılarak yapılması gereken yorum, söz konusu yapıtın
köklü bir bilgi birikimine sahip insanlar tarafından, gelişmiş inşaat
teknikleri ve araçları kullanılarak yapılmış olduğudur. Dönemin insanlarının
nasıl bir hayat sürdüklerine dair yapılması gereken yorum ise, böylesine bir
yapıyı inşa edebilecek insanların kendi yaşadıkları ortamların da konforlu ve
gelişmiş olabileceğidir. Astronomi bilgileri, uzayı gözlemleyebilecek
teknolojiye ve gözlemlerini doğru şekilde yorumlayabilecek bilgi birikimine
sahip olduklarını işaret etmektedir. Uzayı gözlemleyip elde ettikleri bulguları
doğru şekilde yorumlayabilen insanların, günlük yaşamları da bu birikimle doğru
orantılı olarak, medeni olmalıdır. Belki de son derece konforlu konaklarda
oturan, bakımlı bahçeleri olan, iyi hastanelerde tedavi olma imkanına sahip,
ticari faaliyetlerde bulunan, sanata, edebiyata önem veren, geniş bir kültür
birikimine sahip bu topluluktan geriye sadece bu taş yapıt kalmıştır. Bunların
hepsi, arkeolojik bulgular ve tarihsel verilere dayanılarak, bu taş yapıt ve bu
yapıtı inşa edenler hakkında yapılabilecek gerçekçi yorumlardır. Ne var ki
evrimciler, sadece materyalist kalıplar içinde düşünmeye alıştıklarından, akla
ve bilime uygun bu yorumlar yerine, belirli dogmaların ürünü olan hikayeleri
anlatıp dururlar. Ancak bu hikayeler hiçbir zaman kesin bir gerçeği ifade
edemez.
Stonehenge
Stonehenge çember halinde yerleştirilmiş, büyük taş bloklardan oluşan bir
yapıttır. Ortalama 4.5 metre yüksekliğinde, her biri ortalama 25 ton ağırlığında
yaklaşık 30 adet taş bloğun biraraya gelmesiyle oluşmuştur. İngiltere'de
bulunan bu yapıt araştırmacıların çok ilgisini çekmektedir. Yapımı ve yapılış
amacı hakkında pek çok teori ortaya atılmıştır. Burada üzerinde durulması
gereken bu teorilerden hangilerinin doğruluk içerdiği değildir. Önemli olan bu
yapıtın, evrim teorisinin insanlık tarihini açıklamak için öne sürdüğü iddiaları
geçersiz kılan örneklerden biri olmasıdır.
Yapılan araştırmalar Stonehenge'in üç inşaat aşamasında meydana geldiğini
ortaya koymaktadır. Birçok kaynağa göre, Stonehenge'in en eski dönemi MÖ 2800 yılına
dayanmaktadır. Yani Stonehenge'in tarihi bundan yaklaşık 5000 yıl öncesine
kadar uzanmaktadır. Tarihi kaynaklar, ilk inşaat sırasında arazide dev taşlardan
küçük bir çember yapıldığını ve bu çemberin dışına da bir topuk taşı yerleştirildiğini
ortaya koymaktadır. Daha sonra, yine dev taşlarla ikinci bir çember oluşturulmuş,
bundan sonra da çemberlerin iç kısmına "mavi taş" denilen taş bloklar
yerleştirilmiştir.
Bu yapının en dikkat çekici yönlerinden biri, burada
kullanılan mavi taşlardır. Çünkü Stonehenge'in yakınında herhangi bir mavi taş
kaynağı yoktur. Yapılan araştırmalar, bu taşların Prescelly dağlarından, yapıtın
olduğu yere getirildiğini ortaya koymuştur. Burada ise karşımıza yine olağanüstü
bir durum çıkmaktadır. Çünkü, söz konusu mavi taş kaynağı, Stonehenge'den yaklaşık
380 km (kara yoluyla) uzaklıktadır. Eğer dönemin insanları evrimci hikayelerde
anlatıldığı gibi, ilkel koşullarda yaşayan, ellerindeki tek malzeme ağaçtan
kaldıraçlar, kütükten yapılmış sallar ve taş baltalar olan insanlar olsaydı,
tonlarca ağırlığındaki bu taşlar Stonehenge'in olduğu bölgeye nasıl getirilmiş
olacaktı? İşte bu, evrimcilerin hayal ürünü senaryolarıyla, cevaplanması mümkün
olmayan bir sorudur.
Bir grup araştırmacı, o dönemin koşullarını canlandırarak mavi taşları
Stonehenge'e kadar taşımaya çalışmışlardır. Bunun için ağaçtan kaldıraçlar
kullanmışlar, üç sandalı birbirine bağlayarak benzer büyüklükteki taşların sığabileceği
bir sal meydana getirmişler, ağaçtan sırıkları kullanarak salı nehir yukarı taşımaya
çalışmışlar, daha sonra da kabaca hazırlanmış tekerlekler üzerinde taşları
tepeye doğru çıkarmaya uğraşmışlardır. Ancak tüm bu uğraşıları sonuçsuz kalmıştır.
Bu, mavi taşların Stonehenge'in olduğu yere nasıl taşındığını anlayabilmek için
yapılan denemelerden sadece biridir. Daha pek çok deneme yapılmış ve dönemin
insanlarının nasıl bir nakliye imkanı kullandığı anlaşılmaya çalışılmıştır.
Ancak evrimci ön yargıların ışığında yapılan bu araştırmalar neticeye ulaşmaktan
hep uzak kalmışlardır. Çünkü tüm bu denemeler, Stonehenge'in yapıldığı dönemde
yaşayanların sadece taş ve ağaç gibi kaba malzemeler kullandıkları ve geri bir
medeniyete sahip oldukları yanılgısı ışığında yapılmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır. Söz konusu
denemeler yapılırken gemi tersanelerinde yapılan çeşitli modellerden yararlanılmakta,
gelişmiş fabrikalarda üretilen halatlar kullanılmakta, detaylı hesaplar ve
planlamalar yapılmaktadır. Yani günümüz teknolojisinin imkanlarından faydalanılmaktadır.
Buna rağmen sonuç elde edilememektedir. Bundan yaklaşık 5000 yıl önce yaşayan
insanlar ise, tonlarca ağırlığındaki bu taşları taşımışlar, coğrafi konumlarını
hesaplayarak bir çember haline getirmişlerdir. Tüm bunları taş baltalar,
kütükten yapılmış sallar, ağaçtan inşa edilmiş kaldıraçlarla yapmadıkları açıktır.
Stonehenge ve diğer pek çok megalit, belki de bizim dahi tahmin edemeyeceğimiz
bir teknoloji kullanılarak inşa edilmiştir.
Tiahuanaco fiehrindeki Hayret Verici Kalıntılar
Bolivya And dağları üzerinde, Bolivya ile Peru arasında, deniz seviyesinden
yaklaşık 4 bin metre yükseklikte bulunan tarihi Tiahuanaco şehri, görenleri
hayrete düşüren pek çok kalıntı ile doludur. Bu bölge Güney Amerika'nın
arkeolojik harikalarından biri olarak kabul edilmektedir. Tiahuanaco'da bulunan
en şaşırtıcı kalıntılardan biri, ekinoksları, mevsimleri, ayın her saatteki
durumunu ve hareketlerini gösteren bir takvimdir. Bu takvim, söz konusu bölgede
yaşayan insanların çok ileri bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını
gösteren delillerdendir. Tiahuanaco'daki diğer şaşırtıcı eserler ise, bazıları
100 ton ağırlığını bulan taş bloklardan oluşan yapıtlardır.
Reader's Digest
Tiahuanaco şehrindeki anıtlar ve taş kalıntılar hakkında, "...
Günümüzün en iyi mühendisleri, hala kendilerine bu kadar büyük kaya kütlelerini
kesip taşıyarak bir şehir imar edip edemeyeceklerini sormaktadırlar. Devasa
bloklar sanki bir metal kalıp kullanılarak kesilmiş gibi..." yorumunu
yapmaktadır.
Örneğin bu şehirde duvarlar 100 ton ağırlığındaki kumtaşı
blokları üzerine 60 tonluk başka bloklar konularak inşa edilmiştir. Bu duvarların
yapılması için büyük ustalık isteyen taş işçiliği kullanılmıştır. Büyük kare taşlar,
pürüzsüz oluklarla birleştirilmişlerdir. 10 ton ağırlığındaki taş bloklarda,
2.5 metre uzunluğunda delikler açılmıştır. Kalıntıların çeşitli yerlerinde 1.80
metre uzunluğunda ve yarım metre genişliğinde su kanalları vardır. Bu kanallar,
günümüzde dahi eşine az rastlanır bir düzgünlüktedir. Bu insanların, -evrimci
yalanlarda öne sürüldüğü gibi- teknolojik imkanları olmadan bu eserleri meydana
getirmiş olmaları mümkün değildir. Zira evrimcilerin öne sürdüğü sözde ilkel koşullarda,
bu eserlerden tek bir tanesinin dahi oluşturulması için bir insanın ömründen
daha uzun bir süre gereklidir. Bu durumda Tiahunaco'nun meydana getirilmesi
yüzlerce yıl sürerdi, ki bu da evrimci tezlerin doğru olmadığını
göstermektedir.
Tiahuanaco'da en dikkat çekici yapıtlardan biri de Güneş Kapısı'dır.
Yekpare taştan meydana getirilen bu eser, 3 metre yüksekliğinde ve 5 metre genişliğindedir.
Ağırlığının yaklaşık 10 ton olduğu tahmin edilmektedir. Kapının üzeri çeşitli
çizimlerle süslenmiştir. Bu bölgede yaşayanların Güneş Kapısı'nı, nasıl bir
yöntem kullanarak inşa ettikleri hala açıklanamamaktadır. Böyle görkemli bir
kapının inşasında nasıl bir teknoloji kullanılmıştır? 10 ton ağırlığında
kayalar, taş ocaklarından nasıl çıkarılmışlar, nereden hangi tekniklerle taşınmışlardır?
Bütün bu işler yapılırken, evrimcilerin iddia ettiği gibi, basit araçlar ve
gereçler kullanılmadığı açıktır. Tiahuanaco'nun kurulmuş olduğu bölgenin coğrafi
koşulları düşünüldüğünde, herşey çok daha şaşırtıcı bir hal almaktadır. fiehir,
normal yerleşim alanlarından kilometrelerce uzakta ve yaklaşık 4 bin metre
yükseklikte kurulmuştur. fiehrin bulunduğu yüksek platoda, atmosfer basıncının
deniz seviyesinden neredeyse yarı yarıya düşmesi, oksijen oranının da çok
azalması nedeniyle, insan gücü gerektiren işleri yapmak çok daha zor hale
gelmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder