SANAT VE BİLİM YÖNÜNDEN MUHTEŞEM BİR MEDENİYET: ANTİK MISIR
Antik Mısır, insanoğlunun binlerce yıl önce kurduğu sanat ve bilim yönünden
en etkileyici medeniyetlerden bir tanesidir. Eski Mısırlılar, ilkel bir
toplumun devamı olamayacak kadar engin bir tecrübeye ve bilgi birikimine
sahiptiler. Putperest sapkın bir dine mensup olan Mısırlılar arasında Hz. Nuh
döneminden, Hz. İbrahim döneminden gelen sanat bilgisine sahip olan ustalar
vardı. Bu Musevi ustalar, geçmiş peygamberler döneminden öğrendikleri bilgileri
kullanıyorlardı.
Günümüzde dünyanın pek çok bölgesinde, Mısırlıların ulaşmış olduğu
medeniyet seviyesine ulaşılamamıştır. Örneğin bugün Afrika'nın çeşitli
bölgelerinde, Güney Amerika'nın bazı yörelerinde, Asya'nın çeşitli topraklarında
Mısır da dahil olmak üzere pek çok bölgede, geçmişteki medeniyet seviyesinden
çok geri bir yaşam sürülmektedir. Tıp, anatomi başta olmak üzere şehir
planlamacılığında, mimaride, güzel sanatlarda, tekstilde çok başarılı olan Mısır
medeniyeti, bugün büyük bir takdirle ve hayretle bilim adamları tarafından
incelenmektedir.
Tıbbın
Kökeni Antik Mısır'da
Eski Mısır'da tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi oldukça şaşırtıcıdır. Kazılarda ele geçen bulgular, arkeologların yanı sıra birçok tarihçiyi de
hayrete düşürmüştür. Çünkü hiçbir tarihçi MÖ. 3000'lerde yaşamış eski bir medeniyetten böylesine gelişmiş bir teknoloji beklemiyordu. Bugün X-ışınları kullanılarak, mumyalar
üzerinde yapılan incelemeler
sonucunda Antik Mısır'da beyin ameliyatlarının yapılmış olduğu anlaşılmıştır.45 Üstelik bu ameliyatlar
oldukça profesyonel yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Cerrahi operasyon geçirmiş mumyaların kafatasları incelendiğinde, ameliyat yerlerinin düzgünce kesilmiş olduğu görülmektedir. Hatta bu insanların ameliyattan sonra hayatta kaldıklarını ispatlayan, kaynamış kafatası kemiklerine rastlanmıştır.
Diğer bir örnek ise bazı ilaçlarla ilgilidir. 19. yüzyılda
oldukça hızlı bir ilerleme kaydeden deneysel bilim sonucunda tıp alanında da
büyük gelişmeler oldu. Antibiyotiğin keşfi de bu yüzyıldaki gelişmelerden
biridir. Aslında bunlara "keşfedildi" demek hata olur, çünkü bu
tekniklerin büyük bir bölümü Antik Mısır'da zaten kullanılıyordu.47
Mısırlıların tıp ve anatomide ne kadar ileride olduklarını gösteren en
önemli eserlerden biri de, kuşkusuz geride bıraktıkları mumyalardır. Mısırlılar
mumyalama konusunda yüzlerce farklı teknik kullanmışlardır.
Cansız bedenin binlerce yıl bozulmadan saklanabilmesine
olanak sağlayan mumyalama işlemi, aslında oldukça karmaşık bir işlemdir. Bu
konuda Mısırlıların kullandığı teknik özetle şu şekildedir: İlk önce ölünün iç
organları dışarı çıkarılır, burundan beyin alınır, vücut sterilize edilir ve
beden natron denilen bir madde ile sarılıp 40 gün bekletilirdi. (Natron; sodyum
karbonat, sodyum bikarbonat ve sodyum kloridle, sodyum sülfatın karışımından
oluşan bir maddedir.) Daha sonra bu madde vücuttan çıkarılır, kol ve bacaklar
gibi vücudun eklemli yerleri çamur ya da kumla sarılır, sonra beden reçineye
batırılmış ketenle, kokulu bir çeşit sarı sakızla ve tarçınla sarılırdı. Bir çeşit
merhemin vücuda sürülmesinden sonra da ince bir keten tülle örtülürdü.48
Mısırlılar mumyalama tekniklerini sadece insanlarda değil,
farklı hayvanlarda da denemişlerdir. Antik Mısır'da tıbbın oldukça gelişmiş
olduğu, ele geçen arkeolojik buluntulardan ve özellikle mumyalama
tekniklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, vücudun şeklini
bozmadan, ölünün tüm iç organlarını çıkartarak mumyalamaları, bu işi yapan
insanların, her organın yerini bilecek bir anatomi bilgisine sahip olduklarını
göstermektedir.
Mumyalamanın dışında Mısırlılar tarafından 5000 yıl önce
kullanılmış olan birçok tıbbi teknik ve alet de yapılan araştırmalarda gün ışığına
çıkarılmıştır. Bu konuyla ilgili pek çok detay sıralayabiliriz:
- Mısır'da tıpla ilgilenen rahipler, tapınaklarda çeşitli hastalıkları
tedavi ediyorlardı. Mısırlı doktorlar, günümüzdeki gibi farklı alanlarda
uzmanlaşmışlardı. Her doktorun kendine ait bir branşı vardı. Göz doktorlarından,
dişçilere kadar her konuda ihtisaslaşmış hekimler hizmet veriyordu.
- Mısır'da doktorlar, devlet denetimindeydiler. Eğer hastası iyileşmezse,
yahut ölürse devlet bu hatanın sebeplerini soruşturur ve doktorun kullandığı
yöntemin kurallara uygun olup olmadığını öğrenirdi. Tedavi sırasında bir
ihmalkarlık yapılmışsa, bu durum tespit edilir ve doktora kanunlar çerçevesinde
ceza verilirdi.
- Tapınakların her biri, ilaçların hazırlandığı ve depolandığı tam
teçhizatlı bir laboratuvara sahipti.
- Bilinen ilk eczacılık uygulamaları, bandaj ve kompres kullanımı
örneklerine Mısır'da rastlanmıştır. Smith Papirüsü'nde, keten bezinden yapılan
yapışkan bantların yaraları kapamada ne şekilde kullanıldığından
bahsedilmektedir. Keten bez, bunun dışında bandaj için de uygun bir malzemeydi.
- Arkeolojik bulgulardan, Mısır'daki tıbbi uygulamaların
tamamına ait detaylı bir tablo ele geçmiştir. Bununla beraber, her biri kendi
alanında ihtisaslaşmış 100'den fazla doktorun ismi ve ünvanı da bulunmuştur.
- Ayrıca Kom Ombo'daki bir başka tapınak duvarındaki rölyeflerde bir
cerrahi alet kutusu resmedilmiştir. Bu kutuda büyük metal bir makas, cerrahi bıçaklar,
testereler, sondalar, spatulalar, küçük kancalar ve pensler mevcuttu.
- Teknikler çok sayıda ve çok çeşitliydi. Kırıklar, çatlaklar tam olarak
oturtuluyor, kırık tahtaları kullanılıyor ve yaralar dikişle kapatılıyordu.
Mumyaların çoğunda çok başarılı bir biçimde tedavi edilmiş kırıklara rastlamak
mümkündür.
- Mumyalarda herhangi bir cerrahi dikiş izine
rastlanmamasına rağmen yara dikilmesi ile ilgili Smith Papirüsü'nde (bu
papirüsün tamamı tıpla ilgilidir) on üç referans mevcuttur. Bu, Mısırlıların
estetik yara dikimini de başarmış olduklarına işaret etmektedir. Yara dikiminde
keten iplik kullanılıyordu. İğneler ise muhtemelen bakırdandı.
- Mısırlı doktorlar, steril yaralar ile enfeksiyonlu
yaraları ayırt edebiliyorlardı. Enfeksiyonlu yaraların temizlenmesinde keçi yağı,
köknar yağı ve ezilmiş bezelyeden oluşan bir karışım kullanıyorlardı.
- Penisilin ve antibiyotiğin bulunuşu oldukça yenidir. Fakat Eski Mısırlılar
bu tür tedavilerin ilk organik versiyonlarını kullanıyorlardı. Ayrıca, Mısırlılar
antibiyotiğin farklı çeşitlerini biliyorlardı. Belli türdeki hastalıklara uygun
reçeteleri yazıyorlardı.49
Görüldüğü gibi Mısır medeniyeti tıp konusunda oldukça önemli adımlar atmış,
tedavi yöntemleri geliştirmiş, uzman doktorlar yetiştirmiştir. Yapılan kazılarda,
tıp alanında sağlanan bu önemli başarıların yanı sıra, Mısırlıların şehir
planlamacılığı ve mimari gibi konularla da çok ilgili oldukları ortaya çıkmıştır.
Eski Mısır'da Gelişmiş Metalurji
Metalurji en genel anlamıyla,
gerekli hammaddeler kullanılarak metal ve alıaşımlarının üretilmesi, saflaştırılması,
şekillendirilmesi ve korunmasını içeren bilim ve teknoloji dalıdır. Eski Mısır
medeniyeti incelendiğinde, bundan yaklaşık 3000 - 3500 yıl önce, Mısırlıların
başta altın, bakır, demir olmak üzere çeşitli maden ve metallerin çıkarılması
ve işlenmesi konusunda uzman oldukları görülmektedir. Metalurjinin gelişmiş
olması, Antik Mısırlıların, cevherlerin bulunması, çıkarılması, işlenmesi
alanlarında ileri bir teknolojiye ve aynı zamanda gelişmiş bir kimya bilgisine sahip oldukları anlamına da gelmektedir.
Yapılan arkeolojik çalışmalar MÖ 3400 yıllarında Mısırlıların
bakır cevherleri hakkında detaylı çalışmalar yaptıklarını ve metal alaşımları
meydana getirdiklerini ortaya koymuştur. Dördüncü Hanedanlık döneminde (MÖ 2900
yılları), madenlerin araştırma ve işletmesinin en yüksek düzey yetkililer tarafından
takip edildiği ve Firavunların oğulları tarafından denetlendiği
bilinmektedir.
Bakırın yanı sıra, eski Mısırlıların sıkça kullandıkları
madenler ve metaller arasında demir de vardı. Bronzun üretimi için tin, camların
renklendirilmesinde de kobalt kullanılıyordu. Mısır'da bulunmayan metaller ise
başta İran olmak üzere diğer bölgelerden getirtiliyordu.
Antik Mısırlıların en çok kullandıkları ve değer verdikleri maden ise altındı.
Mısır'da ve Antik Mısır'ın sınırları içinde olan bugünkü Sudan'ın belli
bölgelerinde, eski Mısırlılara ait olduğu tahmin edilen yüzlerce altın maden
yatağı bulunmuştur. Apollinopolis yakınlarındaki bir altın madeninin planının
bulunduğu MÖ 14. yüzyıla ait bir papirüs, eski Mısırlıların altın madenleri
konusundaki profesyonelliklerini ortaya koymuştur. Papirüste yer alan bilgilere göre, maden
çevresinde sayısı 1300'den fazla evin yalnızca madende çalışanların konaklaması
için inşa edildiği anlatılmaktadır. Antik Mısır'da altın işlemeciliği ve
mücevher sanatının önemi, bu bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim arkeolojik
kazılarda bulunan, yüzlerce altından yapılmış, kullanım ve süs eşyası da, eski
Mısırlıların altın madenciliği ve işlemeciliği konusundaki uzmanlıklarının bir
göstergesidir.
Tüm bu bilgiler eski Mısırlıların maden yataklarını tespit edebilecek, bu
yataklardan madeni çıkarabilecek, çıkan madeni işleyebilecek, ayrıştırabilecek
ve yeni metaller oluşturabilecek bilimsel bilgiye ve teknolojiye sahip olduklarını
göstermektedir.
Şehir Planlamacılığı ve Alt Yapının Eski Mısır'daki Önemi
Mısır'ın kuru bir iklime sahip olması, bugün bize bu
medeniyetten geriye pek çok ipucu bırakmıştır Bu bilgiler, antik Mısır şehirlerinin
son derece gelişmiş bir alt yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
Kuşkusuz alt yapının gelişmiş olması, bu şehirleri inşa
edenlerin ileri bir mimari ve mühendislik bilgisine sahip olduklarını
göstermektedir..Yer altından yol yapıldığında statiğin ölçülmesi, nerelere kirişler
konması gerektiğinin saptanması, ne kadar derine inileceğinin ve ne kadar
uzunlukta yol alınacağının belirlenmesi, havalandırmanın nerede, nasıl etkili
olacağının hesaplanması, temiz ve kirli suların birbirine karışmadan
nakledilebilmesi gibi birçok detayın ince ince düşünülmesi ve en önemlisi de
bunların yapımında hiçbir hatanın meydana gelmemesi gerekir. Tüm bu teknikleri
Mısırlılar biliyorlardı. Elimize ulaşan bilgiler bu gerçeği açıkça kanıtlamaktadır.
MÖ 3000'lerde Mısırlıların
kullandıkları mimari teknikleri ve altyapı
sorununa yaklaşımları, son derece profesyonel ve
sorunları çözmeye yöneliktir. Kurak bir ülke olan Mısır
için suyun önemi çok büyüktür. Nitekim bu konuda da kalıcı
çözümler bulmuşlardır. Alt yapıyla
ilgili olarak, Mısırlıların
geliştirdikleri en önemli projelerden birisi suyu korumak için
inşa ettikleri depolardır.
Örneğin, Fayyum vahasında keşfedilen büyük su deposu
bunlardan biridir. Antik Mısır'da hayatın belli bir bölgede sürekliliğini sağlayabilmek
için suni göletler de inşa edilmiştir. Bu sayede Nil'in suyu bu göletlerde
biriktirilerek Mısır çöllerinde ileri bir medeniyet inşa edilebilmiştir.
Bugünkü Kahire'nin seksen kilometre güneyindeki Moris Gölü, Mısırlılar tarafından,
Nil'in suyunu bir kanal aracılığıyla depolamak amacıyla yapılan bu göletlerden
biridir. Bu su haznesinin yakınlarına ise ev ve mabetler inşa edilmiştir.50
Mısırlıların tıbbi bilgileri, şehir planlaması, mühendislik bilgileri ve
uygulamaları son derece ileri bir medeniyete sahip olduklarını gösteren önemli
delillerden birkaçıdır. Bu bilgi ve uygulamalar, evrimcilerin iddia ettiği,
"toplumların ilkelden medeniye doğru ilerledikleri" tezini bir kez
daha yerle bir etmektedir. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce yaşayan bir
toplum, günümüzdeki çeşitli toplumlardan, hatta günümüzde bu topraklarda yaşayan
bazı topluluklardan dahi daha ileri bir medeniyet seviyesine sahiptir ve bu
durumun evrimle açıklanabilmesi mümkün değildir. Kuşkusuz, Mısırlıların bu
yüksek medeniyeti yaşadığı dönemde, dünyanın farklı bölgelerinde daha geri
medeniyetler, daha ilkel koşullarda yaşayan insanlar da var olmuştur. Ancak
bunların hiçbiri, ne daha az insan
özelliklerine sahiptir, ne de sözde maymunsu özelliklere. Antik Mısırlılar
da, Antik Mısırlılarla aynı dönemde ilkel koşullarda yaşayan insanlar da, bundan
yüz binlerce yıl önce var olmuş insan toplulukları da, günümüz insanı da tüm
özellikleriyle hep insan olarak var olmuşlardır. Kimi toplumların daha ileri
kimilerinin ise daha geri koşullarda yaşamış olmaları, Darwinistlerin iddia
ettikleri gibi, onların asla hayvanlardan meydana gelen bir tür olduğunu veya
birinin diğerinden evrimleştiğini göstermez. Bu bilime, akla ve mantığa aykırı
bir yorumdur.
Antik
Mısırlıların Tekstildeki Başarıları
Eski Mısır'da keten kumaşı dokuması yapılırdı. MÖ 2500'den kalan kumaş
parçalarından anlaşıldığına göre, o dönemde gerek iplik bükümü, gerekse dokuma
tarzı bakımından çok kaliteli kumaşlar üretilmiştir. Fakat her şeyden önemlisi
bu kumaşların dokumasındaki detaylardır. Günümüzde teknoloji yardımıyla donatılmış
makinelerde üretilebilen ince iplikleri Mısırlılar, MÖ 2500 tarihlerinde üretmiş
ve keten iplikten dokunmuş kumaşları, mumyalama işleminde kullanmışlardır. Bu
kumaşlardaki ince dokuma, antik Mısırla ilgilenen bilim adamlarını hayrete düşürmüştür.
Büyüteçle sayılabilen dokumalardaki ipliklerin inceliği, bugün makine ile
dokunan ipek kumaşlar ayarındadır.51 Günümüzde dahi bu kumaşların kalitesi meşhurdur ve Mısır keteni
günümüzdeki ününü MÖ 2000'lerde yaşamış olan Antik Mısır halkından almıştır.
Matematikte İleri Seviye
Mısır'da rakamlar çok eski zamanlardan itibaren kullanılıyordu.
MÖ 2000 yılına ait birtakım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele
geçmiştir. Bu dokümanlar, Kahun, Berlin ve Rhind papirüsleri diye
bilinmektedir. Bu belgelerde, ölçülerin ne gibi esaslara göre yapılacağı
örneklerle belirtilmiştir. Mısırlılar, Pisagor Teoremi'ni, ölçüleri 3-4-5 olan
bir üçgenin dik üçgen olduğunu biliyor ve bundan inşa ölçümlerinde faydalanıyorlardı.
Ayrıca Mısırlılar, yıldızlarla gezegenler arasındaki ayrımı da biliyorlardı. Astronomi ile ilgili
çalışmalarına görülmesi çok zor olan yıldızları da eklemişlerdi.
Diğer taraftan Mısırlıların hayatı, Nil'in yükselme ve alçalmasına bağlı
olduğundan, bu durumu daima ölçmeleri ve kontrol etmeleri gerekliydi. Hükümdar,
Nil'in yükselme ve alçalmasını kaydettirmek için, bir "Nilometre"
yaptırmış ve bu işle uğraşmak üzere memurlar tayin etmişti.
Sırlarla
Dolu İnşa
Teknolojisi
Antik Mısır'da inşa edilen ve günümüzde hala büyük bir hayranlıkla izlenen
en önemli eserler gizemli piramitlerdir. Bu piramitlerin en ihtişamlısı olan
"Büyük Piramit" şimdiye kadar dünya üzerinde inşa edilmiş en büyük taş
yapı olarak kabul edilir. Bu piramitin nasıl inşa edildiği konusunda Herodot
zamanından itibaren birçok tarihçi ve arkeolog, çeşitli teoriler ortaya atmıştır.
Kimileri bu piramitin yapımı sırasında kölelerin çalıştırıldığını ve rampa
tekniğinden basamaklı piramite kadar birçok yöntemin kullanıldığını savunmuştur.
Bu yöntemlerin karşımıza çıkan manzarası şöyledir:
-Bu piramidi kölelerin inşa etmiş olma ihtimali
durumunda, çalışan köle sayısının 240.000 gibi olağanüstü bir rakam olması
gerekirdi.
-Eğer inşa tekniği olarak rampa yöntemi kullanılmış olsaydı, piramitin yapımı
bittikten sonra bu rampanın yıkılması için yaklaşık 8 yıl gerekirdi. Danimarkalı
bir inşaat mühendisi olan Garde-Hanson'a göre bu, oldukça saçma bir teoriydi.
Çünkü bu rampanın yıkılmasından sonra geride kalan dev moloz artıklarını bir
yerlerde görmemiz gerekirdi. Ama böyle bir delile hiçbir yerde rastlanmamıştır.
Historical Deception: The Untold Story of Ancient Egypt adlı kitabında Garde-Hanson’ın diğer teorisyenlerin önemsemediği bazı yönleri ele aldığını belirten Moustafa Gadalla şöyle devam eder:
Piramidi ziyaret ettiğinizde şaşırtıcı
görüntüleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın: 5000 yıl önceki taş ocağı işçisi,
günde, piramitlerin inşasında kullanılan 330 taş blok üretiyor. Suyun bastırdığı
mevsimde, günde 4000 blok Nil nehrinin üzerinde taşınıyor ve Giza platosuna
gelindiğinde bu taşlar platodan yukarıya taşınarak, piramidin inşa edileceği
bölgeye ulaştırılıyor. Eğer bu şartlar altında taşıma işlemi gerçekleşiyor
olsaydı, dakikada 6.67 blok taşınması gerekirdi. Bu sonuç, sunulan teorinin
geçersizliği için yeterli bir rakamdır.56
-Tüm bunların yanında, piramidin bir yüzeyinin alanının yaklaşık olarak 2.5
hektar olduğu düşünülürse, her bir yüzeyin yaklaşık olarak 115.000 kaplama taşıyla
kaplanmış olması gerekir. Bu taşlar da öylesine itinayla yerleştirilmiştir ki,
taşlar arasında bırakılan mesafe bir kağıdın geçmesine olanak vermeyecek
derecede dardır.57
Tüm bunlar piramitlerin yapımlarıyla ilgili sırların
günümüz bilim ve teknolojisiyle dahi çözülemediğini gösteren bilgilerden bazılarıdır.
GİZE’DEKİ PİRAMİTLERLE İLGİLİ ÇARPICI BİLGİLER
Gize'deki piramitlerle
ilgili yapılan bazı matematiksel araştırmalar, eski Mısırlıların çok gelişmiş bir matematik ve geometri bilgileri olduğunu göstermektedir. Bu hesaplamalara göre, piramitleri
planlayanların matematik ve geometri bilgisi dışında, dünyanın ölçüleri, çevresi, ekseni ve bu eksenin eğimi gibi bilgilere de
sahip olmaları gereklidir. MÖ yaklaşık 2500'lü yıllarda inşasına başlanan piramitlerle ilgili bu bilgiler, büyük matematik bilginleri
Pisagor, Arşimet ve Öklid'den dahi 2000 yıl önce bu piramitlerin inşa edildiği göz önünde bulundurulursa, çok daha çarpıcı bir hal almaktadır:
- Piramitin açıları Nil deltasını iki eşit yarıya böler.
- Gize'nin üç piramit
aralarında, bir Pisagor üçgeni oluşturacak biçimde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine oranları 3:4:5'tir.
- Piramitin yüksekliğiyle çevresi arasındaki oran bir dairenin
yarı çapıyla çevresi arasındaki orana eşittir.
- Piramit dev bir güneş
saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı
arasında düşürdüğü
gölgeler mevsimleri ve yılın
uzunluğunu gösterir. Piramiti çevreleyen taş
levhaların uzunluğu,
bir günün gölge uzunluğuna eşittir.
- Piramitin dikdörtgen biçimindeki tabanının
normal kenar uzunluğu 365,342 Mısır
endazesine (dönemin ölçü birimi) denk gelir. Bu sayı
günümüzde de kullanılan güneş
yılının
günlerinin sayısına oldukça yakındır.
(Günümüzde güneş yılının
gün sayısı 365,224 olarak hesaplanmaktadır.)
- Büyük Piramitle dünyanın
merkezi arasındaki uzaklık,
Kuzey Kutbuyla piramitin arasındaki uzaklığa
eşittir.
- Piramitin tabanının
çevre uzunluğu, anıtın
yüksekliğinin iki katına
bölündüğünde, pi sayısı
elde edilir.
- Piramitin dört yüzünün toplam yüzölçümü
piramitin yüksekliğinin karesine eşittir.
Piramitler Tekrar İnşa Edilmek İstense...
1978'de Amerika'daki, Indiana Limestone Institute of America Inc. (dünyada
kireçtaşı ocakları konusunda en büyük ve en uzman kuruluş), bugün Büyük Piramit gibi bir piramit inşa edilmek istense, insan gücü ve
materyallerin ne olması gerektiği hakkında bir araştırma yapmıştır. Sonuç oldukça düşündürücüdür; şirket yetkilileri, piramitlerin inşasındaki zorluğu şöyle açıklamaktadırlar:
Eğer mümkün olan gücü
maksimuma çıkartsak, bu da bugünkü
üretimi üç katına çıkartmak anlamına gelir ki, bu kadar kireçtaşını ocaktan çıkarmak ve transfer etmek ancak 27 yıl sürer. Üstelik tüm bu çalışmalar Amerika'nın üstün teknolojisiyle yani hidrolik
çekiçler, elektronik kristal başlı testereler kullanılarak yapılabilir. Bu büyük çaba, sadece kireçtaşını madenden çıkarmak ve onu taşımak için kullanılacaktır. Ve buna, Büyük Piramit'in inşası için gerekli olan laboratuvar testleri ve bunun gibi ön çalışmalar dahil değildir.
Peki Antik Mısır'da
bu dev piramitler nasıl inşa edilmiştir?
Kayalık taraçalar hangi güçle, hangi makinelerle, hangi
teknikle düzleştirilmiştir? Kaya mezarları
hangi imkanlarla kazılmıştır?
İnşaat sırasında
aydınlatma nasıl sağlanmıştır?
(Piramitlerin ve mezarların duvarlarında
ve tavanlarında, herhangi bir kararma ve is izine rastlanmamıştır.)
Taş bloklar taş ocaklarından
nasıl çıkarılmış,
farklı şekillerdeki taşların
kenarları nasıl düzleştirilmiştir?
Tonlarca ağırlığındaki bu taşlar
nasıl taşınmış
ve birbirlerine santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkta
nasıl birleştirilmiştir?
Bu sorular daha da artırılabilir. Peki bu sorular evrimcilerin insanlık
tarihi yanılgısıyla
akılcı ve mantıklı
bir şekilde cevaplanabilir mi? Elbette hayır.
Antik Mısır'da,
sanatıyla, tıbbıyla,
mimarisi ve kültürüyle dev bir medeniyet kurulmuştur.
Mısırlıların
geride bıraktıkları
eserler, kullandıkları tedavi yöntemleri, sahip oldukları
bilgi birikiminin ve tecrübenin en önemli delillerindendir. Bugün bazı
bilim adamları, tarihin evrimi iddiasına
göre piramitleri yapması oldukça zor olan Mısırlıların
eserlerinin, uzaylılar tarafından yapıldığını
dahi iddia edebilmektedirler.
Elbetteki "piramitleri uzaylılar inşa ettiler" iddiası, demagoji ile bile bir açıklama yapamadıklarında evrimcilerin sığındıkları son derece akıl ve mantık dışı bir iddiadır. Her şeyden önce buna dair en ufak bir bilgi veya delil dahi bulunmamaktadır. Evrimciler tesadüflerle veya hayali
evrimsel süreçle açıklama yapamayacaklarını anladıkları zaman hemen "uzaylılara" sığınmaktadırlar. Nitekim canlılığın yapı taşını oluşturan ilk proteinin ve
hücrenin çekirdeğindeki DNA'nın, tesadüfen cansız maddelerden meydana gelemeyecek kadar kompleks ve olağanüstü bir yapıya sahip olduğunu anladıklarında şöyle gülünç bir iddiada
bulunmuşlardır: "İlk canlı organizmayı dünyaya uzaylılar getirip bıraktılar." Bazı evrimci bilim adamları tarafından savunulan bu
iddianın saçmalığı elbette ki
evrimcilerin içine düştükleri çaresizliğin göstergelerindendir.
Mısır'da kurulan medeniyet ve tarih boyunca kurulan diğer tüm
medeniyetlerin her biri akıl ve irade sahibi insanlar tarafından kurulmuştur.
Üstelik bunlar çok eski dönemlere ait medeniyetlerdir. Bugün Mısır'ın MÖ 3000 yılındaki
eserlerini inceleyerek hayranlığımızı dile getiriyoruz ve bilim adamları ve
konuyla ilgili uzmanlar bu eserlerin nasıl meydana getirilmiş olabileceğini
tartışıp araştırıyorlar. Ancak şu nokta çok önemlidir; Mısır'da bugün izlerine
rastlanan 5000 yıl önceki medeniyet, elbette ki binlerce yılın tecrübe ve bilgi
birikimi ile oluşmuştur. Yani bu medeniyetin kökleri daha da öncesine
dayanmaktadır. Dolayısıyla evrimcilerin ve tarihin evrimine inananların iddia
ettikleri gibi ilk çağlarda ilkel ve konuşma yeteneğinden yoksun, sadece hayvan
avlayarak geçimini sağlayabilen, yarı hayvan insanlar yoktu. İnsan ilk yaratıldığı
günden bu yana, günümüz insanının sahip olduğu zeka, estetik anlayışı, kavrayış,
bilinç ve ahlak gibi tüm insani özelliklere sahipti.
GEÇMİŞ MEDENİYETLERİN GÖKYÜZÜNDEKİ KEŞİFLERİ
Uçmak tarihin her
döneminde insanların en büyük hayallerinden biri olmuştur. İçi sıcak hava ile dolu bir balonla olan ilk uçuş 1780'li yıllarda bir Fransız tarafından gerçekleştirilmiştir. 1903 yılında ise Wright kardeşler ilk motorlu uçağı yapmışlardır. Bu, insanoğlunun göklerdeki yolculuğunun bilinen tarihidir.
Ancak, araştırmacılar insanın uçuş tarihini çok daha eski tarihlere kadar götürmektedirler.
Geçmiş medeniyetlere ait kalıntılar incelendiğinde, hava ulaşımının bildiğimiz tarihten çok daha
eskilere kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Mayaların kalıntılarında, Mısır piramitlerindeki resimlerde, Sümer yazıtlarında ve Japonya'da bulunan kalıntılarda çeşitli uçak, planör, helikopter benzeri araçlara, pilot giysili
heykellere sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığı kadarıyla, günümüzden binlerce yıl önce de insanlar hava ulaşımını yapmakta, şu anda kullanılanlara benzer araçlar kullanmaktaydılar.
Kuran-ı Kerim ayetlerinde de
geçmiş dönemlerde
hava ulaşım aletlerinin kullanılıyor olabileceğine işaret edilmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Süleyman için de, sabah gidişi
bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdir)... (Sebe
Suresi, 12)
Bu ayette ulaşılması oldukça uzak olan
mesafelere, Hz Süleyman döneminde kısa sürede ulaşılabildiğine dikkat çekiliyor olması muhtemeldir. Bu ulaşım, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknoloji kullanılarak, rüzgarla hareket
eden vasıtalar meydana getirilmesiyle gerçekleşmiş olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Geçmiş
medeniyetlerin hava ulaşımını
kullandıklarına
işaret eden delillerden biri, Mısır'da
bulunan planör modelidir. 1898 yılında
arkeologlar tarafından, Saqquara'daki bir mezarın
içinde bulunan bu planör modelinin MÖ 2000 yılında
yapılmış
olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Bundan yaklaşık 2200 yıl
öncesine ait bir planör modelinin ortaya çıkarılması
elbette olağanüstü bir durumdur. Bu, evrimci tarih anlayışını
temelden sarsan arkeolojik bir buluştur.
Söz konusu modelin teknik özellikleri incelendiğinde
ortaya çok daha ilginç bir manzara çıkmaktadır.
Bu ahşap modelin kanatlarının
şekli ve oranları,
günümüzün en ileri teknolojisiyle yapılan
Concorde uçaklarda olduğu gibi, hızdan
minimum kayıpla maksimum kaldırma
kuvveti sağlayacak şekilde
tasarlanmıştır. Bu durum, Antik Mısırlıların
çok iyi aerodimanik bilgisine sahip olduklarını
da göstermektedir.
ANTİK MISIR’DA ELEKTRİK VAR MIYDI?
Dendera'daki Hathor Tapınağı'nda bulunan bazı duvar resimleri, Antik Mısırla ilgili oldukça ilginç bir bilgiyi gün yüzüne çıkarmıştır. Resimde yer alan figürler, Antik Mısırlıların elektriği bildiği ve kullandığı ihtimalini gündeme
getirmiştir. Söz konusu resim
dikkatlice incelendiğinde, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanıldığı görülür: Ampul görünümündeki şekil dikdörgen bir sütun (bu sütun izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen ve ced sütunu olarak adlandırılan bir sütundur) tarafından desteklenmektedir. Resimdeki şeklin günümüz elektrik lambalarıyla olan bu şaşırtıcı benzerliği, çok dikkat çekicidir. Tunsten ampulün kaşifi olan Dr. Colin G. Fink, 1933 yılında eski Mısır’a ait metal eşyaları analiz ederken Mısırlıların bundan yaklaşık 4300 yıl önce, bakırı antimon elementiyle
kaplamayı bildiklerini bulmuştur. Bu kaplama, günümüzde elektrolizle
kaplama adı verilen yöntemle elde
edilen sonucun aynısının elde edildiği bir yöntemdir.68
Resimde tarif edilen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı, bilim adamları tarafından denenmiştir. Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada
yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş, resimdeki ampulü, yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ve ortaya çıkan sistem etrafı aydınlatmış, yani ışık yaymıştır.
Mısır'da elektriğin kullanılmış olabileceğini
gösteren delillerden biri de piramitlerin iç duvarlarında hiç is izinin
bulunmamasıdır. Eğer evrimci arkeologların iddia ettiği gibi, aydınlatma için
meşale ve benzeri malzemeler kullanılmış olsaydı duvarlarda mutlaka is olması
gerekirdi. Ancak piramitlerin en içteki dehlizlerinde dahi böyle bir is izi
yoktur. Gerekli aydınlatma sağlanmadan, inşaatın devam etmesi, daha da önemlisi
duvarlardaki gösterişli resimlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Bu da Mısır'da
elektriğin kullanılmış olma ihtimalini güçlendirmektedir.
SÜMER MEDENİYETİ
Darwinist bilim adamları insanlık tarihinin sözde evrimini anlatırlarken,
çok önemli bir konuda daha aciz kalmaktadırlar. Bu da insanlığın üniversiteler,
hastaneler, fabrikalar, devletler kurmasına, besteler yapmasına, olimpiyatlar
düzenlemesine, uzaya gitmesine vesile olan, kısaca insanı insan yapan en önemli
özelliklerinden biri olan "akıldır."
Evrimciler insan aklının, sözde yaşayan en yakın akrabası şempanzelerle
ayrıldıktan sonra yaşanan süreçte evrimleşerek bugünkü halini aldığını iddia
ederler. Aklın sözde evriminde var olduğunu iddia ettikleri sıçramaları ise
beyinde meydana gelen rastlantısal değişimlere ve alet yapımı yeteneğinin
geliştirici etkisine dayandırırlar. Bu iddialarını televizyon belgesellerinde,
dergi ve gazete yazılarında sık sık karşımıza çıkarır ve önce taştan bıçak,
sonra da mızrak yapmayı öğrenen maymun adamların hikayesini anlatırlar. Ancak
bu propaganda geçersizdir. İnsanlara aktarılan senaryolar bilimsel gösterilmeye
çalışılmalarına karşın tamamen bilim dışıdır ve tek kaynakları Darwinist ön
yargılardır. Ve kuşkusuz en önemlisi, insan aklının maddeye indirgenemez
oluşudur. Bu gerçek materyalizmin geçersizliğini belgeleyerek aklın evrimi
iddialarını temelinden yıkmaktadır.
Gerçekte aklın evrimle ortaya çıktığını iddia eden evrimciler, ilkel bir
akıl seviyesine sahip olmanın neye benzediğini kişisel olarak tecrübe etme ve
sözde evrimsel süreçteki şartları tekrarlama imkanına sahip değildirler.
Evrimci yayınlarıyla bilinen Nature dergisinin editörü Henry Gee, bir evrimci
olmasına karşın bu tür iddiaların bilim dışı olduğunu açıkça kabul etmektedir:
Mesela, insanın evriminin, vücudun duruşu, beyin hacmi ile ateş, alet
kullanımı gibi teknolojik başarılar ve lisanın ortaya çıkmasını sağlayan el-göz
koordinasyonundaki gelişmelere bağlı olarak geliştiği söylenir. Ancak bu gibi
senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler, öyleyse bilimsel
değildirler. Genelde kullanımda olmaları, bilimsel testlere değil, sahiplerinin
iddia ve otoritesine dayanır.
Bu tür senaryolar bilim dışı olmalarının yanı sıra mantıksal açıdan da
tutarsızdırlar. Evrimciler sözde evrimle ortaya çıkan akıl sayesinde alet
kullanımının ortaya çıkıp geliştiğini; alet kullanımı sayesinde de aklın geliştiğini
savunmaktadırlar. Oysa böyle bir gelişim ancak insan aklı zaten mevcutken
mümkündür. Bu anlatıma göre ilk olarak teknolojinin mi yoksa aklın mı sözde
evrimle ortaya çıktığı sorusu cevapsızdır.
Darwinizm'in en etkili eleştirmenlerinden Phillip Johnson bu konuda şunları
yazar:
Aklın ürünü olan bir teori, teoriyi üreten aklı uygun bir şekilde asla
açıklayamaz. Mutlak doğruyu keşfeden üstün bilimsel aklın hikayesi ancak ve
ancak aklı verilmiş bir yetenek olarak kabul ederseniz tatmin edicidir. Aklı kendi
icatlarının bir ürünü olarak açıklamaya çalıştığımız anda, çıkışı olmayan
aynalı bir koridora girmişizdir.71
Darwinistlerin insan aklını açıklamakta aciz kalmaları, insanlığın kültürel
ve sosyal tarihi hakkında öne sürdükleri iddiaların da geçersiz olduğunu gözler
önüne serer. Nitekim buraya kadar incelediğimiz bütün bilgiler ve bulgular da
Darwinist bilim adamlarının, "tarihin evrimi" iddiasını tam anlamıyla
geçersiz kılmaktadır.
İnsanlık tarihi, eski dönemlerde yaşayanların -evrimcilerin iddialarının
aksine- tahmin edilenden çok daha üstün bir teknoloji ve medeniyete sahip
olduklarını gösteren yüzlerce delil ve bulguyla doludur. Bunlardan biri de
Sümer medeniyetidir. Sümerlerin geriye bıraktığı eserler, insanoğlunun binlerce
yıl önce sahip olduğu bilgi birikiminin delillerindendir.
İleri Bir
Medeniyet: Sümerler
Mezopotamya, Yunancada "nehirler arasında" anlamına gelir. Bu
bölge, dünyadaki en verimli topraklardan biridir ve bu özelliğiyle büyük
medeniyetlerin geliştiği bir bölge olmuştur.
Bu toprakların güneyinde bulunan ve bugün Kuveyt ve Kuzey Suudi Arabistan
olarak bilinen bölgeden çıkan bir grup insan, diğer topluluklardan farklı bir
dil konuşuyor, şehirlerde oturuyor, hukuki düzene dayalı bir monarşi ile
yönetiliyor ve yazıyı kullanıyorlardı. Bu toplum Sümerlerdi. MÖ 3000'den
itibaren büyük şehir devletleri kurarak gittikçe genişlemiş, geniş kitleleri
kontrol altına almışlardı.
Sümerler ilerleyen tarihlerde, Akad toplumu tarafından yenilgiye
uğratılarak kontrol altına alınmışlardır. Ancak Akadlar, Sümerlerin kültürünü,
dinini, sanatını, hukukunu, yazısını, devlet yapısını ve edebiyatını
benimseyerek, Mezopotamya uygarlığının devam etmesini sağlamışlardır.
Sümerler döneminde teknolojiden sanata, hukuktan edebiyata kadar tüm
alanlarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Sümerlerin gelişmiş ticaretleri ve
güçlü bir ekonomileri vardı. Tunç metalurjisi, tekerlekli araçlar, tekneler,
heykeller ve anıtsal yapılar bu dönemdeki hızlı gelişimin günümüze ulaşan
kanıtlarından birkaçıdır. Ayrıca Sümerlerin, günümüze kadar ulaşamamış olan
birçok el sanatına da sahip olduğu bilinmektedir. Mezopotamya kentleri için
önemli bir dış satım malı olan yün dokumaların dokunup boyanması da, gelişmiş
yan sanatlara örnek olarak verilebilir.73
Sümerlerin toplumsal alanda da gelişmiş bir yapılanması vardı. Sümer
devleti monarşik bir yapıya sahipti. İktidarda bulunan rahip-kral, devleti bir dizi bürokratlar
yardımıyla yönetiyordu. Yardımcıları, hasattan sonra, ürünleri halk arasında
paylaştırır, toprakları gezip gözlem yaparlardı. Sümerlerin sahip olduğu
yönetim sisteminin temelini bürokrasi oluşturmaktaydı. Her bölgedeki rahip,
orada yaşayan halkın sorumluluğunu üstüne alır ve özellikle büyük şehirlerde
gıda paylaşımının dikkatli bir şekilde yapılmasını sağlardı. Rahiplerin bu çalışmaları
kaydedilerek saklanırdı.
Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce yaşamış olan Sümerlerin sosyal, sanatsal,
bilimsel ve ekonomik alandaki yaşantıları, evrimcilerin öne sürdükleri sözde
"ilkelden gelişmişe doğru ilerleyen insan" modeliyle tamamen çelişmektedir.
Sümerlerin inşa etmiş olduğu büyük medeniyet hem kendi devrinde son derece
ileridir, hem de günümüzde dahi pek çok toplumla kıyaslandığında oldukça
gelişmiş bir medeniyettir. Evrimcilerin iddialarıyla, sözde maymunsuluktan bir
müddet önce kurtulmuş, hırıltılar çıkarmaktan konuşmaya geçeli kısa bir süre
olmuş, daha yeni sosyalleşmeye başlamış, hayvan yetiştirmeyi, tarımla uğraşmayı
yeni öğrenmiş insanların nasıl olup da bu derece gelişmiş bir kültür inşa
ettikleri açıklanamaz. Açıkça görülmektedir ki, tarihin her döneminde insan
zihniyle, yetenekleriyle, zevkleriyle, sosyal ilişkileriyle insan olarak var
olmuştur. Evrimcilerin çeşitli yayın organlarında sıkça gündeme getirdikleri,
ateş başında oturan, mağaralara sığınmış, kaba taştan aletler yaparak günlerini
geçiren yarı maymun-yarı insan çizimleri ise hayal ürünü olmaktan öteye
gitmeyen, tarihsel, arkeolojik ve bilimsel bulgularla hiçbir şekilde uyuşmayan
hikayelerden ibarettir.
Sümerler ve Bilim
Sümerler, matematikte sayı sistemini uygulamışlardır. Günümüzde kullanılan 10 sayısına dayalı matematik sistemi yerine, 60 sayısına dayalı bir matematik sistemi kullanmışlardır. 60 sayısı, halen bazı hesaplamalarda önemli bir yer tutar, bir saatin 60
dakikadan, bir dakikanın 60 saniyeden oluşması ya da dairede 360 derece olması gibi... Bu
nedenledir ki, geometri ve cebirin de ilk formüllerini ortaya koyan Sümerlerin
matematik bilgileri, günümüz matematiğinin temeli olarak kabul edilir.
Ayrıca Sümerler, astronomide oldukça ileri bir düzeye ulaşmış, ay, yıl, gün
hesaplarını günümüzle neredeyse aynı şekilde yapmışlardır. 12 aydan oluşan bir
takvime sahip olan Sümerlerin takvimini, Antik Mısırlılar, Yunanlılar ve bazı
Semitik toplumlar da kullanmıştır. Bu takvime göre, bir yıl kış ve yaz olmak
üzere iki mevsimden oluşmaktaydı. Yaz mevsimi ilkbahardaki gün dönümünde, kış
mevsimi ise sonbahardaki gün dönümünde başlıyordu.
Sümerler, "Ziggurat" adını verdikleri kulelerde uzayı da
incelemişlerdir.74 Güneş ve Ay tutulmalarını önceden saptayabildikleri, çeşitli kayıtlarda
açıkça görülmektedir. Sümerlerin bir diğer astronomik bulgusu da, pek çok
takımyıldızın haritasını çıkarmış olmalarıdır. Güneş ve Ay'ın yanı sıra,
Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ün de hareketlerini takip edip
kaydetmişlerdir. Bundan 5000 yıl önce Sümerlerin uzayla ilgili yaptıkları
bilimsel saptamalar, bugün uzay araçlarından gönderilen görüntülerle
doğrulanmaktadır.
Hiç şüphesiz bu durum, tarihin evrimi iddialarıyla tamamen çelişmektedir.
Ortada, günümüzün dev teleskopları, gelişmiş bilgisayarları, her türlü teknik
alt yapıya sahip gözlem merkezleri sayesinde ancak yeni elde edilmiş bilgileri,
bundan 5000 yıl önce keşfetmiş bir topluluk vardır. Bu durumda evrimci bilim
adamlarının yapması gereken, ön yargılarını bir kenara bırakarak, bilimsel ve
tarihsel bulguların onlara gösterdiği gerçeğe göre hareket etmektir. Ve bu
gerçek, Darwinistlerin iddia ettiği gibi, medeniyetlerin sürekli ilkelden
gelişmişe doğru ilerlediği, toplumların ve kültürlerin evrim geçirdiği tezinin
bilimsel ve tarihsel bir geçerliliği olmadığını göstermektedir. Medeniyetler
kuran, besteler yapan, sanat eserleri meydana getiren, görkemli yapılar inşa
eden, uzayla ilgili araştırmalar yapıp önemli veriler elde eden, bilimsel
gelişmelere imza atan, teknolojik buluşlar ortaya koyan insanın tarihini sözde
evrimsel bir süreçle açıklamaya çalışmanın temelinde yatan neden, birtakım
ideolojik kaygılardır. Bilim adamlarına yakışan tavır ise ideolojik kaygılara
göre değil, deneylere, bulgulara, gözlemlere kısaca bilimsel verilerin ortaya koyduğu
delillere göre davranmaktır.
NEMRUD MERCEĞİ
1850 yılında arkeolog John Layard'ın elde etmiş olduğu bir bulgu,
"Merceği aslında ilk olarak kim kullandı?" sorusunu gündeme
getirmiştir. John Layard, şimdiki Irak topraklarında yaptığı kazıda, günümüzden
3000 yıl öncesine ait mercek görünümünde bir parça bulmuştur. Halen İngiliz
Müzesi'nin arşivinde yer alan bu parça, bilim dünyasında bilinen ilk merceğin
Asurlular döneminde kullanıldığını göstermiştir. Roma Üniversitesi'nden Prof.
Giovvani Pettinato da, bilim tarihinin belirlenmesi konusunda önemli bir buluş
olarak nitelendirdiği bu parçanın, Asurluların kapsamlı astronomi bilgisinin
kaynağını da açıkladığını söylemektedir. Asurlular, Satürn gezegenini ve bu
gezegenin etrafındaki halkaları tespit etmiş bir toplumdu.75
Bu merceğin hangi amaçla kullanılmış olduğu elbette tartışılabilir bir
konudur, ancak açık bir gerçek vardır, o da geçmiş toplumların hepsinin evrimci
bilim adamlarının öne sürdüğü gibi basit bir hayat yaşamadıklarıdır. Geçmişteki
toplumlar da, bilimi ve teknolojiyi kullanmış, köklü medeniyetler inşa etmiş,
gelişmiş bir yaşam sürmüşlerdir. Nasıl bir yaşam sürdüklerine dair günümüze son
derece kısıtlı bilgi ulaşmıştır. Ama ulaşan bilgilerin hemen hepsi bu
toplumların evrim geçirmediğini açıkça göstermektedir.
BAĞDAT PİLİ
1938 yılında Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından bulunan vazo
görünümündeki bir parça, "Bağdat Pili" olarak adlandırılmaktadır.
Peki yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişi olduğu hesaplanan bu parçanın pil olarak
kullanıldığı sonucuna nasıl varılmıştır? Zira, eğer bu parçanın pil olarak
kullanıldığı doğruysa –ki yapılan araştırmalar doğru olduğunu göstermektedir-
medeniyetin sürekli ileri gittiği, geçmişteki toplumların ise geri koşullarda
yaşadığına dair tüm teoriler yerle bir olmaktadır. Ağız kısmı asfaltla
kapatılmış olan bu toprak kabın iç kısmında bakır bir tüp bulunmaktadır. Alt
kısmından bakır bir diskle kapalı olan bu tüp içinde bir demir çubuk üst
taraftaki asfalt kapak aracılığıyla tutturulmuştur. Çubuk, tüpün içine doğru
sallanır pozisyondadır, ancak hiçbir noktayla temas etmemektedir.
Kabın bir elektrolitle doldurulması durumunda ise, akım üreten bir pil elde
edilmiş olunur. İşte bu, elektrokimyasal reaksiyon olarak bilinen olaydır ve
günümüzde kullanılan pillerin işleyiş mekanizmasından hiçbir farkı yoktur.
Bağdat pili esas alınarak oluşturulan modellerle yapılan denemelerde 1.5-2 volt
arasında enerji elde edilmiştir.
Bu durumda önemli bir soru daha gündeme gelmektedir: Bundan 2000 yıl önce
pil, ne için kullanılmaktadır? Ortada bir pil olduğuna göre, pille kullanılan
birçok da cihaz ve alet olması gerektiği açıktır. Ve bu durum, bundan 2000 yıl
önce yaşayan insanların bilinen ve tahmin edilenden çok daha gelişmiş yaşam
standartlarına sahip olduklarını bir kez daha göstermektedir.
Tarihin Evrimi İddialarını
Çürüten Bir Başka Medeniyet: Mayalar
Evrimci yayınların hemen
hepsinde ortak bir nokta vardır. Bu yayınlarda bir canlıya ait biyolojik yapı
veya özelliğin niçin evrimleşmiş olabileceğine dair hayali senaryolara yer
verilir. Dikkat çekici olansa, evrimcilerin hayal gücüyle ürettikleri
hikayelerin bilimsel gerçeklermiş gibi anlatılmasıdır. Oysa bu yayınlarda
anlatılanlar "Darwinist masallar"dan başka bir şey değildir.
Evrimciler kendi zihinlerinde kurguladıkları senaryoları, topluma sözde
bilimsel kanıt gibi sunmaya çalışmaktadırlar. Oysa bu anlatımlar tümüyle
aldatıcıdır. Darwinist masallar, herhangi bilimsel bir değer taşımazlar;
evrimci iddialar için de asla kanıt oluşturmazlar.
Evrimci literatürde sıkça
rastlanılan hikayelerden biri de, sözde maymunsu varlıkların insana dönüşmesi
ve ilk başlarda sözde ilkel olan insanın da belirli bir süreç içerisinde
sosyalleşerek gelişmesidir. Hiçbir bilimsel kanıtı olmamasına rağmen, yarı dik
yürüdüğü, hırıltılar çıkardığı varsayılan "mağara adamları"nın
ailesiyle birlikte gezerken ya da ellerindeki kaba aletlerle avlanırken veya
bir ateş başında otururlarken resmedildiği sözde ilkel insan canlandırmaları da
bu hikayenin en bilinen parçalarıdır.
"İnanın ve böyle olduğunu
hayal edin" anlamına gelen bu canlandırmalar, evrimcilerin, insanları
somut gerçeklerle değil de hayali masallarla iknaya çalıştıklarının en önemli
göstergelerindendir. Çünkü bunlar bilimsel kanıtlara değil, sahibinin
kabullerine ve ön yargılarına dayalı hikayelerdir.
Evrimciler bu hikayeleri
anlatmanın yanlışlığını bile bile bunları profesyonel literatürde tutmakta,
topluma bilimsel gerçekler gibi sunmakta bir sakınca görmemektedirler. Ancak
evrimcilerin sık sık anlattığı bu senaryolar evrim teorisine hiçbir bilimsel
destek oluşturmamaktadır. Çünkü insanın maymunsu atalardan türediği iddiasını
destekleyen bir tek bilimsel bulgu dahi bulunmamaktadır. Aynı şekilde,
toplumların ilkelden gelişmişe doğru evrimleştiğini gösteren hiçbir arkeolojik
ve tarihsel bulgu da yoktur. İnsan var olduğu ilk günden beri insandır ve her
dönemde farklı medeniyetler, kültürler inşa etmiştir. Bu medeniyetlerden biri
de, geride bıraktığı izlerle büyük hayranlık uyandıran Maya medeniyetidir.
Tarihi kaynaklarda, bu
bölgede yaşayan toplumlara gelen, uzun boylu, beyaz kıyafetli bir kişiden
bahsedilmektedir. Yazıtlarda yer alan bilgiye göre, kısa bir dönem için, tek İlah
inancının yayıldığı ve bilimde, sanatta gelişme kaydedildiği belirtilmektedir.
Matematik Uzmanı Mayalar
MÖ 1000 yıllarında Orta
Amerika'da, diğer medeniyetlerden oldukça uzakta yaşayan Mayalar, tıpkı Mısır,
Yunan veya Mezopotamya'daki uygarlıklar gibi gelişmiş bir medeniyet oluşturmuşlardır.
Mayaların en önemli özelliği ise, astronomi ve matematik alanındaki çalışmaları
ve oldukça karmaşık yazı dilleriyle bilime öncülük etmiş olmalarıdır.
Mayaların zaman, astronomi
ve matematik alanlarındaki bilgileri, kendi dönemlerinin Batı dünyasının
bilgisinden bin yıl ilerideydi. Mesela Dünya'nın bir yıllık dönüşü hakkındaki
hesapları, bilgisayar icat edilmeden önce yapılan hesaplardan daha kesin ve
hatasızdı. Matematikte sıfır kavramı, Avrupalı matematikçilerin keşfetmesinden
bin yıl önce Mayalar tarafından kullanılıyordu. Matematikte kendi çağdaşlarından
çok daha gelişmiş rakamlar ve işaretler kullanmışlardı.
Maya Takvimi
Mayaların kullandığı takvim
de, ileri medeniyetlerini gösteren delillerden biridir. Mayalar tarafından
kullanılan "Haab takvimi" 365 günden oluşmaktadır. Ayrıca Mayalar,
bir yılın 365 günden biraz daha uzun olduğunu da hesaplamışlardır. Mayaların
yaptıkları hesaplamalara göre bir yıl 365.242036 günden oluşmaktadır. Günümüzde
kullanılan Gregoryen takvimi ise 365.2425 günden oluşmaktadır.76 Görüldüğü gibi iki
rakam arasında çok küçük bir fark bulunmaktadır. Bu da, Mayaların matematik ve
astronomi konusundaki uzmanlıklarını gözler önüne seren bir başka delildir.
Mayaların Astronomi
Bilgileri
Mayalardan
günümüze gelen ve Kodeks olarak isimlendirilen üç kitapta, Mayaların yaşantılarına
ve astronomi ilimlerine dair önemli bilgiler bulunmaktadır. Madrid Kodeksi,
Paris Kodeksi ve Dresden Kodeksi olarak adlandırılan bu üç kitaptan, Dresden
Kodeksi Mayaların astronomi hakkında ne kadar çok bilgiye sahip olduklarını
göstermesi açısından çok önemlidir. Mayalar oldukça karmaşık bir yazı stiline
sahiptirler ve bugüne kadar Maya yazısının %5-%30'luk kısmı çözülebilmiştir. Bu
bile, Mayaların ne kadar ileri bir bilim seviyesine sahip olduklarını göstermek
için yeterli olmuştur.
Örneğin Dresden Kodeksi'nin
11. sayfasında Venüs gezegenine dair bilgiler bulunur. Mayalar bir Venüs yılını
583.92 gün olarak hesaplamışlar ve bu rakamı yuvarlayarak 584 gün olarak kabul
etmişlerdir. Bununla birlikte binlerce yıllık Venüs devrelerini çizimleriyle
ortaya koymuşlardır. Aynı kodekste iki sayfa Mars'a, dört sayfa Jüpiter ve
uydularına ait bilgilere, sekiz sayfa da Ay'a, Merkür'e, Satürn'e ayrılmıştır.
Bu sayfalarda, sözü edilen gezegenlerin Güneş etrafındaki dönüşleri, Güneş'le
birlikte hareketleri, gezegenlerin birbirleriyle ilişkileri, Dünya'yla ilişkileri
gibi oldukça karmaşık hesaplamalarla belirlenen bilgileri açıklamışlardır.
Mayalıların astronomi
bilgisi, Venüs yörüngesinin her 6000 yılda bir gün geri alınmasının gerekli
olduğunu tespit edecek kadar mükemmeldir. Böyle bir bilgi birikimini nasıl edindikleriyse,
günümüzde halen astrologlar, astro-fizikçiler ve arkeologlar tarafından tartışılmaktadır.
Günümüzde böyle karmaşık hesaplar bilgisayar teknolojisinin yardımıyla yapılabilmektedir.
Bugünün bilim adamları uzay hakkında bilgilerini, her türlü teknolojik ve
elektronik cihazla donatılmış gözlem merkezlerinde ve üslerde edinmektedirler.
Mayalar ise bundan yüzlerce yıl önce günümüz teknolojisiyle ulaşılan bilgi ve
hesaplamalara sahiptirler. Bu durum bir kez daha, toplumların sürekli olarak
sözde ilkellikten medeniyete doğru ilerledikleri tezini geçersiz kılmaktadır.
Tarihte yaşamış pek çok toplum, günümüz toplumları kadar hatta bazılarından çok
daha ileri bir medeniyet seviyesine sahiptir. Ve günümüzde de geçmişte yaşamış
toplumların seviyesine dahi ulaşamamış gerilikte yaşayan birçok toplum
bulunmaktadır. Kısaca, medeniyet kimi zaman ileri, kimi zaman geri gitmekte,
kimi zaman da hem ileri hem geri medeniyetler aynı dönem içerisinde yaşayabilmektedir.
Eski Maya fiehri Tikal'deki Yol A¤ı
Tikal, en eski Maya şehirlerinden biridir. MÖ 8. yüzyılda kurulmuştur. Vahşi bir orman arazisinin
içine kurulmuş olan Tikal şehrinde yapılan arkeolojik kazılarda şimdiye kadar, evler, saraylar, piramitler,
tapınaklar, toplantı alanları ortaya çıkarılmıştır. Tüm bu alanların birbirleriyle yollar aracılığıyla bağlantılı olduğu görülmüştür. Hatta uçaktan çekilen bazı radar fotoğraflarında, komple bir
kanalizasyon sisteminin yanı sıra şehrin her alanını kapsayan bir de sulama
sistemi olduğu anlaşılmıştır. Ne deniz ne de nehir
kenarında bulunan Tikal'de
sulamanın gerçekleşebilmesi için yaklaşık on tane de dev su deposu kullanıldığı açığa çıkarılmıştır.
Tikal'den ormana doğru
uzanan beş ana cadde vardır. Bunlar arkeologlar tarafından merasim yolları ya
da seramoni caddeleri olarak adlandırılmaktadır. Havadan çekilmiş olan fotoğraflar
ise, Maya şehirlerinin geniş bir yol ağıyla birbirlerine bağlı olduklarını
göstermektedir. Yaklaşık toplam 300 km uzunluğundaki bu yollar, detaylı bir
mühendislik çalışması yapıldığını ortaya koyar niteliktedir. Tüm yollar, kırılmış
kayalardan yapılmış ve üzerleri açık renk dayanıklı bir tabakayla kaplanmıştır.
Cetvelle çizilmiş gibi düzgün bir hatta sahip olan bu yolların nasıl inşa
edilmiş olduğu, yollar inşa edilirken Mayaların yönlerini nasıl belirlemiş
oldukları, hangi araç ve gereçlerden yararlanmış oldukları cevaplanması gereken
önemli sorulardır. Evrimci anlayışla bu sorulara akılcı ve mantıklı cevaplar
verilmesi mümkün değildir. Çünkü mühendislik harikası, kilometrelerce
uzunluktaki yollar söz konusudur. Gayet açıktır ki, bu yollar ince hesaplamaların,
ölçümlerin, yön tayininin, gerekli araç ve gereçlerin kullanımının eseridir.
Mayaların Kullandığı Dişli Çarklar
Mayaların
yaşamış oldukları
bölgelerde yapılan araştırmalar,
dişli çark mekanizmasına
sahip aletler yaptıklarını
göstermektedir.
Mayaların
önemli kentlerinden biri olan Copan'da çekilmiş olan arka sayfadaki fotoğraf,
bu durumun delillerinden biridir. Dişli çark mekanizmasını kullanan bir
toplumun makine mühendisliği bilgisine sahip olması, kuvvet ve hareketin etkileşimlerini
bilmesi şarttır.
Bu bilgilere sahip olmayan
birinin dişli çark mekanizmasını meydana getirmesi mümkün değildir. Örneğin
sizden, bu resimdekine benzer bir mekanizma oluşturmanızı isteseler, gereken eğitimi
almadan bu mekanizmayı meydana getirmeniz ve kusursuz işlemesini sağlamanız
olanaksızdır.
Oysa Mayalar bunu başarmıştır.
Bu da Mayaların bilgi seviyesinin önemli bir göstergesi, evrimcilerin iddia
ettiği gibi "geçmişte yaşayanların geri" olmadıklarının ispatıdır.
Buraya kadar ele alınan
bilgiler bize geçmişte yaşamış olan toplumların ileri medeniyet seviyelerinden
birkaç küçük örnek sunmaktadır. Bu örnekler, oldukça önemli bir gerçeği
göstermektedir: Yıllardır evrimci zihniyetle telkin edilen, geçmişte yaşamış toplumların
geri, ilkel ve basit bir yaşamları olduğu tezi doğru değildir. Tarihin her
döneminde farklı medeniyet seviyelerinde, farklı kültürlere sahip toplumlar yaşamıştır.
Ancak hiçbiri diğerinden evrimleşmemiştir. Bundan 1000 yıl önce bazı geri
medeniyetlerin yaşamış olması, tarihin evrimleştiğini, toplumların ilkelden
gelişmişe doğru ilerlediğini gösteren bir durum değildir. Çünkü bundan bin yıl
önce bu geri toplumlarla beraber, bilim ve teknolojide ilerlemiş, köklü
medeniyetler inşa etmiş, son derece ileri toplumlar da yaşamıştır. Toplumların
ilerlemesinde, kültürlerin birbirlerinden olan etkileşimleri, nesillerin
birbirlerine aktardıkları bilgi birikimi, kuşkusuz önemli bir rol oynar. Ama bu
bir evrimleşme değildir.
Kuran-ı Kerim'de de geçmişte
yaşamış toplumlardan örnekler verilirken, bunların bazılarının ileri bir
medeniyet inşa etmiş oldukları haber verilir:
Onlar, yeryüzünde
gezip-dolaşmıyorlar mı ki, böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını
bir görsünler. Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden
daha üstün idiler... (Mümin Suresi, 21)
Yeryüzünde
gezip dolaşmıyorlar mı
ki, kendilerinden öncekilerin nasıl
bir sona uğradıklarını
bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca)
daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından
daha üstündüler. Fakat kazandıkları şeyler,
(azaba karşı) onlara hiçbir şey
sağlayamadı.
(Mümin Suresi, 82)
(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terk edilmiş bulunmakta), yüksek
sarayları (çın çın ötmektedir). (Hac
Suresi, 45)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder